Paris ve çevresini kapsayan Ile-de-France bölgesine bağlı Val-de-Marne departmanındaki yaklaşık 20 bin kişinin yaşadığı Bonneuil-sur-Marne kentinin çiçeği burnundaki yeni Belediye Başkanı Denis Ömür Öztorun ile yaptığımız söyleyişiyi keyifle okuyacağınızı umuyoruz.
Başkent Paris’in güneyinde bulunan Val de Marne departmanına bağlı 20 bin nüfuslu küçük bir şehir Bonneuil-sur-Marne’ın alt yapı çalışmalarının yapıldığı sokakları arşınlayıp ulaştığımız iki katlı Belediye binasında şehirdeki tadilat havası var. Dış cephesi beyaza boyanmış içeride ise büroların yeniden düzenlendiği göze çarpıyor.
Salgın tedbirlerinin sıkı bir şekilde hissedildiği binada bahar temizliğini anımsatan kokuların hakim olduğu koridordan Belediye Başkanı’nın mütevazı odasına ulaşıyoruz. Kapıyı açan beyaz gömlekli, güler yüzlü, çiçeği burnunda yeni başkan Denis Ömür Öztorun bizi karşılıyor.
Çalışma masasının sol ayağında Karl Marx, sol duvarda ise Nazım Hikmet için yapılmış bir tablo
Salgın kısıtlamalarına uygun düzenlenmiş kısıtlı sayıdaki insanı aynı anda ağırlayan küçük toplantı masasının arka tarafındaki sade büro gözümüze çarpıyor. Çalışma masasının sol ayağında Karl Marx’ın portesi, sol taraftaki duvarda ressam Gerard Gosselin’in yaptığı Nazım Hikmet tablosu dikkatimizi çekiyor.
Tablonun alt tarafında Nazım Hikmet’in 1958 yılında Varşova’da yazdığı « Strontium 90 » şiirinde Türkçesi;
« Kendi kendimizle yarışmadayız, gülüm.
Ya ölü yıldızlara hayatı götüreceğiz,
Ya dünyamıza inecek ölüm. »
bölümü Fransızca olarak yazılmış :
« Nous sommes en pleine course, mon amour ou nous emporterons la vie jusqu’aux étoiles mortes ou la mort descendra du ciel sur notre monde. »
Şatafatlı dekordan uzak, sade düzenlenmiş ofisindeki ilk karşılaşmamızdan sonra kendisinden bize « Çorum’dan başlayıp Fransa’da devam eden hayat hikayesini » anlatmasını istiyoruz…
Çorum Merkez’de 1979 yılında dünyaya geldim. İlkokulu Çorum’da bitirdim. Ortaokul ikinci sınıfındayken Fransa’ya, aile birleşimi programı kapsamında geldim. Babam 1988 yılında Fransa’ya gelmişti. Babam Türkiye’de kendi işini yapıyordu. 80’li yıllarda yaşanan « Bankalar Krizi » yüzünden babam şirketini kapatmak zorunda kaldı. Buraya geldikten sonra tekstil işiyle uğraştı. Annem ve kardeşlerimle birlikte 1992 yılında Fransa’ya geldim.
“Okul çıkışı annemin tekstil atölyesinde çalışıyor, akşamları da harıl harıl Fransızca öğreniyordum”
Fransa’ya ilk geldiğiniz de uyum sorunu yaşadınız mı ?
Gelir gelmez okula başladım. Okul biraz zor oldu. En büyük sorun dil ile olanıydı. Akşamları sözlüğü alır durmadan kelime ezberlerdim. Okulda bir süre uyum çok rahat oldu diyemem ama bir hırs vardı. Okul çıkışı anneme yardım ediyordum. Annemin evimizin bir bölümünde kurduğu bir tekstil atölyesi vardı. Okul sonrası orada çalışıyordum. Akşamları Fransızca öğreniyordum. Bu süreç birkaç yıl sürdü. Fransızcayı çözmek için bir kaç yıl boyunca tatil yapmadım. Mesela hiç unutmuyorum. Buraya gelişimin ikinci yılıydı. Ailem Türkiye’ye gidecekti yaz tatili için. Ben burada kalıp Fransızca’mı geliştirmeyi tercih ettim. Öylede oldu. Okulda başarılıydım. Eğitimimi düzenli olarak sürdürdüm. Felsefe ve Tarih bölümlerde lisans, Siyasal Bilgiler bölümünde ise Master diplomam var. Kamu finans alanında ciddi tezlerim var.
Sosyal hayata uyum derseniz o da uzun sürdü. Zaten bir dil sorunu vardı. Okul, atölye, akşamları Fransızca derken fazla zamanım da olmadı. Okuldaki ortama ancak 1-2 yıl sonra uyum sağlayabildim. Sosyal aktivitelere katılmaya başladım. İki yıl sonra okulun basketbol takımına girdim. Boyum kısa olmasına rağmen, takımın kaptanı oldum…
Yani daha o yıllarda « Liderlik » özelliği vardı!
Liderlik demeyelim de gösterilen özveri diyelim. Herkes lider olabilir. Liderliğin arkasına ne koyduğumuz önemlidir. Benim için 3 tip lider vardır :
Karizmatik kişiler vardır lider olan. İkinci tip lider benim için bilgi ve yetenekleri sayesinde insanları peşinde götürenlerdir. Bir de çalışarak, özveri göstererek lider olmayı başaranlar vardır. Ben kendimi üçüncü sınıfa koyuyorum. Gerçekten çok özverili çalıştım.
“Fransa’da beni etkiliyen ilk şey ‘Işıklar’ olmuştu”
“Paris’e ilk geldiğimde, Orly’de uçaktan çıktıktan sonra gördüğüm ışıklar beni büyülemişti!”
Denis Ömür Öztorun
Peki Fransa’ya geldiğinizde sizi ilk etkileyen ne oldu?
Işıklar! Işıklar oldu. Türkiye’den ayrıldığım yıl 1992’de liberalleşme yeni başlamıştı. Çorum’dan sonra Orly havalimanında, Paris’te gördüğüm ışıklar beni çok etkilemişti. Çorum’da sürekli elektrik kesintisi yaşanıyordu. Yani çok fazla ışık yoktu. İstanbul ve Ankara kadar gelişmemişti. İşte o Çorum’dan çıkıp buraya geldiğimde beni en çok etkileyen Paris ve çevresindeki ışıklar olmuştu. Şu anda artık var olmayan Sultan Airlines şirketiyle gelmiştim Paris’e. Orly’de uçaktan çıktıktan sonra gördüğüm ışıklar beni büyülemişti.
İki ülke arasında büyük fark vardı. Mesela buraya geldikten birkaç yıl sonra tanıştığım yaşlı Fransızlar bana gençlik yıllarındaki siyah-beyaz televizyonu anlatıyorlardı. Ben de genç yaşımda televizyonu siyah-beyaz televizyon ile keşfettim. Tek televizyon kanalından bahsediyorlardı. Ben de aynısı yaşadım. Türkiye 90’lı yıllardan itibaren liberalleşme rüzgarıyla gelişmeye başladı. 90’lı yıllardan itibaren Türkiye’de çok kanallı televizyon ortaya çıktı. Öncesinde tek kanaldı.
“Fransa’daki ırkçılık sermaye gruplarının elindeki bir silahtır”
Hem ilk geldiğiniz yılları hem de şimdiki zamanı ilgilendiren bir soru sormak istiyorum : Fransızlar ırkçı mı?
Şimdi bu konu basit bir soruyla, basit bir cevapla geçiştirilemez. Fransa’da ırkçılık var mı ? Var. Ama ırkçılık nerede yok ? Her yerde var. Irkçılık bence bir silah. Sistemlerin elindeki bir silah. Sistemler ırkçılığın seviyesini ihtiyaca göre ayarlıyor. Bazan daha yukarı çıkıyor, bazan daha aşağı iniyor. Düzenleyici bir silah…
Peki bu silah kimin elinde?
Ben politik düşüncelerim doğrultusunda konuşuyorum. Bence büyük patronların elinde bu silah. Fransa’daki medyaların yüzde 95’i büyük patronların, büyük grupların elinde. Mesela Marine Le Pen bugünlerde ön planda tutuluyor Sermayenin buna ihtiyacı var. Büyük bir kriz yaşanıyor. Büyük krizlerde sermaye grupları ellerindeki silahları top yekün kullanmak ister. Kriz derinleştikçe sermaye ırkçılığı kullanma gereği duyuyor. Irkçılık doğal bir eylem değildir. Irkçılık sermaye veya politikacıların ihtiyaç durumunda kullandığı bir silahtır. Ayrımcılık ve ötekileştirme yoluyla insanların bazı noktalarda bir araya gelmesini önlemek için kullanılıyor.
Fransa’daki ayrımcılık veya ırkçı söylemler ilk geldiğiniz döneme göre şu anda ne durumda?
Şimdi çok daha zor. Kişisel olarak benim bir sorunum yok. Ancak genel olarak yabancı kökenli insanlar için çok zor. İş bulmak, eğitim almak gibi alanlarda bayağı zor. Bu ayrımcılık nedeniyle yabancı kökenliler kendilerini kanıtlamak için 3 defa hatta 4 defa daha fazla çalışmak zorunda kalıyor. Ben bunu kendim yaşadım.
Peki bunun bir çözümü var mı?
Sistemin dayattığı gibi hareket etmemek lazım. Birleştirici olmamız lazım. İnsanları Cumhuriyet değerleri ve laiklik ilkesi etrafında birleştirmek lazım. Ben kendi açımda bunun kavgasını veriyorum.
“Ayrılıkçılıkla” mücadele yasa tasarısı, Müslümanları parmakla gösteren bir yasadır”
Fransa’nın gündeminde olan « Ayrılıkçılıkla » mücadele yasa tasarısı için ne düşünüyorsunuz?
Bu polemik bir tasarı. Ötekileştirmeye yönelik bir tasarı. Ötekileştirmeyi derinleştiriyor. Aslında yasada bulunan maddelerin yüzde 70’i zaten yürürlükte olan yasalardan oluşuyor. Çok büyük bir değişiklik yok. Bu hükümetin politik bir manevrasıdır. Fransa’nın asıl gündemi yerine böylesine polemik yaratan bir gündem oluşturuluyor. Aşırı sağı, Marine Le Pen’i masaya oturtan bir yasa tasarısı.
Fransa’da yaşayan Müslümanlar bu yasayla ilgili endişelerini dile getiriyor. Bu endişelerinden haklılar mı?
Aslında yasa pek fazla bir şey değiştirmiyor. Ancak Müslümanlar haklılar. Yasa tasarısında belirtilen maddelerin çoğu aslında var olan yasalardan oluşuyor. Bu tartışma ile Müslümanlar parmak ile gösteriliyor. Yani Müslümanlar ötekileştiriliyor. Var olan yasalar yeniden dizayn edilip etrafında yapay polemik oluşturuluyor. Marine Le Pen gibi aşırı sağcılara malzeme veriliyor. Müslümanlar parmakla gösteriliyor. Fransızlar bu yapay tartışmaya çekiliyor. Böylece 1,5 milyon yeni işsiz, iflasa hazırlanan binlerce şirket ile ilgili realite saklanıyor.
Peki bu tasarıda bir madde var: Fransa artık yabancı ülkelerden İmam kabul etmeyecek ve kendi İmamlarını yetiştirecek. Bu konu hakkında ne diyebilirsiniz?
Bu nasıl olacak ? Nasıl İmam yetiştirilecek ? Bunun için İlahiyat Fakülteleri açmak lazım. Bunu yapabilecek mi? Bir defa Fransa’da İlahiyat Fakültesi açmak, uygulamadaki Laiklik ilkesine aykırı hareket etmektir. Bunu yapamazlar. İlahiyat Fakültesi açılmayacağına göre, o zaman bu İmamlar nasıl eğitilecek? Cezayir’den gelen İmamlar Paris Büyük Camiisine bağlı, Türkiye’den gelenler Ditib’e bağlı. Bence bu yasayla İmamları İçişleri Bakanlığına bağlamak istiyorlar. Yoksa alt yapı yok ve İmamlar yine dışarıdan gelecek.
“Fransız Siyaseti’nde sol partiler dağınık, Merkez Sağ ise lider sıkıntısı yaşıyor”
Fransa’nın siyaset dünyası hakkında neler diyebilirsiniz?
Fransa’da sol çok dağınık. Toparlanacak gibi görünmüyor. Merkez sağ biraz daha toparlandı. Ancak olanların da bir lidere ihtiyacı var. Merkez sağ seçmenlerini peşinden götürecek bir lider lazım. Merkez sağın Macron’un karşısına çıkarabileceği doğal bir lidere ihtiyacı var. Bunu 2022’ye kadar halledebilecek gibi görünmüyorlar. Bu yüzden bölge seçimlerini 2022 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri’nin öncesine alıp « böyle bir lider çıkarabilir miyiz » düşüncesini taşıyorlar. Bu seçimler Haziran ayında olacak. Bakalım. Belki bir lider çıkarabilirler.
Cumhurbaşkanı Macron kısa vadede Fransız sol ve sağ partilerini etkisiz hale getirmiş durumda. Ancak uzun vade için aynı şeyi söyleyemem. Zira Macron’un uzun vadede programı yok.
Şu anki duruma bakıldığında 2022 seçimleri için Macron’un karşısında sadece Marine Le Pen duruyor. Şimdiki göstergeler Macron’un lehinde. Ancak bu durum değişebilir. Ancak ekonomik kriz var. Ve bu kriz derinleşiyor. Bunun arkasında sosyal bir kriz görülüyor. Önümüzde bir yıl var ve ne olacağını önceden kestirmek zor. Çok büyük bir kriz ile birlikte Marine Le Pen’in ön plana çıkması mümkün. Kaldı ki Marine Le Pen artık eski marjinal siyasetçi görünümünü bir kenara bıraktı.
“Hükümetin salgın ile ilgili çok yanlış ve geri bir politikası var”
Hükümetin Covid-19 salgını karşısındaki politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok yanlış ve çok gerideler. Sorunu saklamaya çalıştılar. Ancak her seferinde ellerine, yüzlerine bulaştı. Mesala ilk başta maskeye gerek yok dediler, şimdi her tarafta maske var. Önce test yapmaya gerek yok dediler. Şimdi kapsamlı test yapıyorlar. Öngörüden uzak bir siyaset izlediler. Zaman kazanmaya çalıştılar. Yalan söylediler. Şimdi de aşı konusunda yalan söylemeye devam ediyorlar. Yeteri kadar aşımız var diyorlar ancak gerçekte yok böyle bir şey. Aslında ilk başta böyle bir sağlık krizine inanmadılar. Bu yüzden bütün sağlık sistemini altüst ettiler.
Durum ciddiyete binince kapitalizmin satın alma gücüne inandılar. Biz Çin’den maske alırız dediler. Ancak tüm ülkelerde aynı sorun vardı. Senin de endüstrin yok. Kapitalizmin gereği parayı fazla veren maskeleri aldı. Hükümet çok beceriksiz kaldı. Amatörce davrandı. Yalanlar yüzünden 6-7 ay kaybettik.
Karantina, getirilen kısıtlamaları doğru buluyor musunuz?
Başka çareleri yoktu. Var olan imkanlarla başka bir seçenek yoktu.
Peki ekonomik destek konusu?
Burada da yanlış yaptılar. Yetersiz kaldı yardımlar. Masaya 400 milyar euro koydu hükümet. Büyük bir rakam. Ancak bu paranın yarısından fazlası büyük şirketlere gitti. Finans sektörüne gitti. Aslında bu para küçük işletmelere verilmeliydi. Zira küçük şirketler insanları çalıştırıyor. Fransa’da ekonomik sistemi ayakta tutan küçük şirketlerdir. Küçük ve orta ölçekli şirketler almaları gereken yardımdan daha az bir bölümünü aldı. Airbus’e 7 milyar verip küçük şirketlere 5-10 bin euro veriyorsan burada büyük bir problem var. Sorun ne kadar para verildiğiyle ilgili değil, sorun o paranın dağıtımıyla ilgilidir.
“Ben hep siyasetin içindeydim!”
Tekrar size gelelim. Neden siyaset ?
Ben hep siyasetin içindeydim. Ailem siyasetle ilgileniyordu. 14-15 yaşlarından beri Fransa Komünist Partisi üyesiyim. 20’li yaşlarda sendikal hayata girdim. Komünist Parti Gençlik Örgütünün liderlerinden biriydim. Genel sekreterlik pozisyonuna kadar geldi. Ben basamak basamak geldim bu noktaya.
Bundan sonraki hedefleriniz…
İlk hedefim halka yararlı olmak. İlk önce halkıma yararlı iyi bir başkan olmayı hedefliyorum. Bunun için çabalıyorum. İyi bir siyasetçi olmanın yolu için iyi çalışmak ve halka kendini kanıtlamaktan geçer. Bonneuil halkının benimle gurur duyması için çabalıyorum.
Belediye Başkanlığı’na nasıl geldiniz ?
Seçimlerde Belediye Başkanı birinci yardımcısı olarak seçildim. Fransa’da Belediye Başkanı birinci yardımcısı demek başkanlığın yarısı demektir. Velhasıl Belediye Başkanı çekilince yerine ben seçildim. Ama Belediye Meclisi’nin oylamasıyla.
Bonneuil halkı seçilmenizi nasıl karşıladı ?
Halkımla ilişkilerim çok iyi. Belediye Başkanlığına getirilmem Bonneuil halkı tarafından sevinçle karşılandı. Türk kökenli olmak bir şeyi değiştirmedi. İşini iyi yaptığın sürece gerekli cevabı daima alırsın. Yıllardır verdiğim hizmetler sayesinde halk ile hep iç içe oldum. Bu nedenle Bonneuil halkı seçilmemden memnun oldu.
“Biz Türkler özümüzü kaybetmeden entegre olmayı başarıyoruz!…”
Denis Ömür Öztorun
“Biz özümüzü kaybetmeden, Fransa’ya entegre olmayı başardık!”
Fransa’daki Türk toplumu hakkında ne söyleyebilirsiniz? Uyum sorunu var mı sizce ?
Ben Fransa’daki Türk toplumunun bir uyum sorunu yaşadığına inanmıyorum. Bizim insanımız genellikle buraya entegre olmuş durumda. Türk Halkı birlikte yaşamayı seven bir halktır. Bir yere gidildiğinde ilk önce çevremizde Türk ararız. Bir birlik, bir beraberlik duygusu hakim. Ben bunu bir entegrasyon problemi olarak görmüyorum. Fransa’daki Türkler sorunsuz bir toplum. Burada çok problem teşkil etmiyor. Genelde sessiz yaşayan bir toplum. Türk asıllı gençler arasında başarılı olan çok sayıda insan var. Türk ailelerinin çocukları burada kendilerinden kötü bahsettirmiyor.
“Çok başarılı gençlerimiz var ve ben kendi adıma bu insanlarla gurur duyuyorum.”
Fransa’da hayatın her alanında ciddi yerlerde Türk kökenliler var. Her alanda karşılaşıyorum. Ekonomik alanda, idari alanda. Birçok devlet kurumunda önemli görevlerde bulunan Türk kökenli genç ile karşılaştım. Ben kendi adıma bu insanlarla gurur duyuyorum. Çok başarılı gençlerimiz var. Ki hala ikinci nesilden konuşuyoruz. Üçüncü jenerasyonla birlikte çok daha başarılı gençlerimiz ortaya çıkacaktır.
Diğer yabancı topluluklara baktığımızda, ki çoğu 4. hatta 5. jenerasyonda, bizim gençlerimizin daha hızlı bir uyum gösterdiğine tanık oluyoruz.
Biz, « özümüzü kaybetmeden » entegre olmayı başarıyoruz. Bu benim için önemli. Asimilasyon konusunda bir direnç var ancak entegrasyon konusunda bir sorun görmüyorum.