Aforizmaları çok severim, özellikle motivasyon amaçlı olanları. Aforizmaların kalıcı belleğe kaydolma
konusunda gösterdiği üstün başarı nedeniyle ayrı bir özelliği de vardır.
Aforizma ya da “Özdeyiş, Atasözü, Motto, Kelamıkibar” gibi birçok ismi de vardır.
İnsanın dostu da düşmanı da kendisidir.
Nasılsa inanmak istediklerine inanacaklar, o yüzden kendin ol!
Bir orijinal olarak doğdun. Bir kopya olarak ölme.
Bu ve benzeri sözlere yani aforizmalara; resim, video ve birçok farklı formatta, internet kullanırken
kaç sefer karşınıza çıkıyor. Sosyal medya uygulamalarını kullananlar sizce bunları kaç sefer
beğenmişlerdir.
Bugün, size bir film tavsiyesinde daha bulunacağım. Matt Damon, Sean Bean, Kate Mara, Jessica
Chastain, Jeff Daniels ve Michael Pena gibi önemli oyuncuların yer aldığı, “Marslı” filmini izlemeyenler
var ise izlemelerini, izleyenlerin ise yeniden izlemelerini tavsiye ederim.
KENDİN İLE YAPACAĞIN HER SAVAŞI KAYBETMEYE MAHKUMSUN.
VEDAT TAYLAN
Bu sözün atası benim. Google öyle diyor 🙂 Şaka, Şaka.
Dünyada söylenmemiş bir söz kalmadığı bilinen bir gerçek. Diller içine giren yeni kelimeler yeni bir
nesne, araç ya da durumu tanımladıkları için anlam değişikliğine yol açmamaktadır.
Sizlere kaba şekilde de olsa şimdiye kadar, Bencillik, Reddetme ve Yönlendirme gibi kavramları
anlattım. Şimdiye kadar yazdıklarımı samimi bir biçimde okumayı başarabildiyseniz, insanların
kendilerine ait zannettikleri duygu, düşünce, davranış gibi durumların kuşaktan kuşağa aktarıldığını ve
öğretilmiş kalıplar olduklarını fark etmişsinizdir.
İnsan mekaniği dediğimde birçok kişi bu kavramı anlamlandıramıyor. Mekanik, fizik biliminin bir
dalıdır. Cisimlerin kuvvet altındaki davranışlarını, (hareket ve deformasyonlarını) inceler. İnsan ana
rahmine düştüğü andan itibaren hareket halinde olan ve doğumdan ölüme kadar geçen sürede
değişen ve deformasyona uğrayan bir canlı olduğuna göre buna “insan mekaniği” demek bana
oldukça mantıklı geldiği için bu kavramı kullanıyorum. Ayrıca Türkçe de (Bence dünyanın en iyi
iletişim dilidir.) çok kullanılmadığı için insanlar bu tanıma aşina değildir. Yoğun bilimsel çalışmalar
yapan ülkelerde bu tanım olduğu gibi daha adını bile duymadığınız birçok tanımlama vardır.
İnsanı hayvandan ayıran özellikler sorusu, yanlış bir sorudur. Bu soruyu; “insanı hayvandan farklı kılan
nedir?” diye sormak daha doğrudur. İnsanların farkı; duygu, düşünce ve konuşmasıdır. İnsanı işlemek
için işte bu argümanlar kullanılır. (Tekrara girmek istemediğim için, nasıl olduğunu merak edenler
geçmiş yazıları okuyabilirler.)
Düşünce dediğimiz aslında beynimizde kayıtlı olan bilgi ya da verileri yorumlayarak ortaya
çıkardığımız sonuçlardır. İnsanların yaşarken edindikleri bilgi ve deneyimler nedeniyle sorunlar
karşısında ortaya çıkardıkları sonuçlar farklılık göstermektedir.
Günümüzde bilim insanlarının; beynin bunu nasıl yaptığını özellikle bu verilere nasıl ulaştığı ve
yorumladığı konusunda birçok teorisi vardır, ancak net bir bilgiye, insanlar olarak henüz sahip değiliz.
Duygu, insan hayatının merkezinde yer alan, temel de çevresel etkiler ya da yaşanılan deneyimler ile
oluşan kompleks bir “Psikofizyolojik” durumdur. Buna değişim de diyebiliriz.
İnsanı tanımlayan şey aslında duygu durumlarıdır. Korku, Öfke, Üzüntü, Mutluluk, Tiksinti, Utanç
temel duygu durumlarından bazılarıdır. Duygu durumlarından herhangi biri yaşandığında, yaşanılan
duygu durumuna göre insanların vücutlarında aynı anda bilinen ve bilinmeyen birçok değişiklik olur.
Vücut ısısının yükselmesi, kan akışının hızlanması, kimyasal salgılanmaya başlanması gibi.
Konuşmak, insanın en önemli özelliklerinden birisidir. Ses, bizim birbirimiz ve çevremiz ile iletişim
kurmamızı sağlayan önemli bir araçtır. Ses ile iletişim kurma becerimiz çok önemli bir özelliğimizdir.
Duygu durumlarının insanlara nasıl geçtiği konusu da teorik bir konudur. Ancak akla en yatkın olanı ve
yapılan testler neticesinde duygu durumlarının birçoğunu, genetik olarak geçse bile değişen çevre
koşulları ve yaşam biçimleri nedeniyle öğrenilerek geliştiğidir.
Duygu durumları genel olarak kontrol edilemeyen durumlar olduğuna inanılsa da, bu durumun
doğruluğu konusu da kesin bilgi ve verilere dayanmamaktadır. Korku duygusunun oluşumu ile ilgili
yapılan deneyler de duygu durumlarının kontrol edilebildiği açık bir şekilde gözlemlenmiştir.
Şimdi size bir günahtan daha bahsedeceğim. “Bencillik ve Reddetme” sonrasında karşımıza çıkan en
büyük günah “Küçümsemedir.”
Küçümseme, oldukça geniş bir kavramdır. Bu nedenle, size burada bunu uzun uzun anlatmam pek
mümkün değil. Elimden geldiği kadar size bunu tanımlamaya çalışacağım.
Günümüzde yaşanılan en büyük sorunlardan birisi; az bilgi ile çok fikre sahip olma durumudur. Ekonomik durum, sosyal çevre içerisindeki konum, tanınırlık gibi statü olarak görülen pozisyonda bulunan bir kişi, herkesi aptal- kendisini akıllı görebilir. Hayatında kozmoloji ile ilgilenmemiş ve ne olduğunu bilmeyen bir şarkıcı, televizyoncu hatta bir köşe yazarı, internette birkaç makale okuyarak, kendine hatırlatıcı notlar alarak, hayatı boyunca bu konuda araştırma yapmış bir astrofizik profesörü ile tartışmaktan çekinmezler. Bu durum örnek bir küçümseme durumudur.
Bu tarz bir durumun oluşmasının nedeni, temelde bilgi sahibi olan ama sosyal iletişim konusunda
deneyimsiz birisi ile sosyal iletişim konusunda deneyimli ama konu hakkında bilgisiz kişilerin
çatışmasıdır. Medyada bu tarz oluşan çatışma ve tartışmalara birçok kez tanık olmuşsunuzdur. Bu
çatışmalar ve sosyal medyadaki yansımaları, toplumun sosyal konumunu ve bilginin ne kadar yayıldığı
hakkında bizlere bilgi verir.
Ufak bir bilgi! Teknik sadece bu konu hakkında bilgisi olan kişilerin anlayacağı terimleri kullanmak
istemediğim için, “Küçümseme” gibi tabirleri daha anlaşılır olması için ben kullanıyorum. Bunlar
teknik isimler değildir. Ben kolay olanı seçmediğim için bu tip bir yöntem izliyorum. “Biliş kavramı”
diyerek başlayıp “Psikodinamik Kuramlar’a” geçip “Kronik Stres Tepkileri ve Genel Adaptasyon
Sendromu’na” atladıktan sonra “Obsesif Kompulsif Bozukluk” ile yazıyı bitirmek ve alıntılar yapmanın
çok daha kolay olduğuna emin olabilirsiniz.
Son paragrafta bir küçümseme yansıması olabilir; “Ben bilgiliyim, siz cahiller bilgisizsiniz. Söylediklerimi anlamazsınız.” anlamına da çekilebilir…
Küçümsemenin en büyük sorunu, küçümseme eylemleri dışa dönük şekilde çok güçlü yapılmazken, genelde içe dönük, kendi aile ve çevresine daha kontrolsüz şekilde yapılmasıdır. Kendine patron diyen ve az bilgili çok fikir sahibi birisi ile çalıştığınızı ve her konuda ukalalık yaptığını hayal edin. Bir de onu siyah rengi, açık gri olarak anlatırken, bu kişiyi ağzı açık dinleyen ve onaylayan iş arkadaşlarınız olduğunu düşünün ya da düşünmeyin. Boş verin.
Küçümseme refleksi gelişmiş kişilerin, kendilerini küçümser gibi göstererek, karşısındakini övme gibi kalıplaşmış davranış bozuklukları da vardır. Bu davranış bozukluğu öyle bir gelişmiştir ki, bu kişiler kendi içlerine baktıklarında kendilerini çok mütevazi, bilgili, çevresine ve dünyaya karşı duyarlı, oluşturulmuş tüm ahlak yargılarının temsilcisi, hatta yargıcı zannederler. Bu ise “süperego’dan” başka bir şey değildir.
Aklınızda olsun. İnsan denen canlı türünün yapamayacağı hiçbir şey yoktur. Bu kadar da olmaz, dediğiniz bir şeyi, herhangi bir insanın hatta kendinizin potansiyel olarak yapabileceğini asla unutmayın…
Aşırı iş yoğunluğu ve bitmesi gereken işler nedeniyle, kısa bir ara.
Görüşene kadar, sevgiyle kalın.
Vedat TAYLAN
contact@vedattaylan.com